21. Millî Eğitim Şûrası ve Yeni Eğitim Paradigması bağlamında zorunlu eğitim eşiğinde Türkiye: 4+4+4 sisteminden nereye?
header-logo

21. Millî Eğitim Şûrası ve Yeni Eğitim Paradigması bağlamında zorunlu eğitim eşiğinde Türkiye: 4+4+4 sisteminden nereye?

project-preview

Prof. Dr. Levent Eraslan 21. Millî Eğitim Şûrası ve Yeni Eğitim Paradigması bağlamında zorunlu eğitim eşiğinde Türkiye: 4+4+4 sisteminden nereye? 16.06.2025

Eğitim politikalarının belki de en hassas, en çok tartışılan alanlarından biri “zorunlu eğitim”dir. Çünkü zorunlu eğitim yalnızca pedagojik bir karar değil; aynı zamanda sosyolojik, ekonomik ve kültürel etkileri olan, bireyin hayat çizgisini doğrudan etkileyen stratejik bir tercihtir.

Geçtiğimiz günlerde Milli Eğitim Bakanı Sayın Prof. Dr. Yusuf Tekin ile gerçekleştirdiğimiz görüşmede, Türkiye’nin son on yılına damga vuran 4+4+4 kademeli zorunlu eğitim sistemi ve bu sistemin geleceğine dair yoğun gündemi ele alma fırsatı bulduk. Bakan Tekin’in değerlendirmeleri, eğitim sisteminin mevcut sınırlarını ve olası dönüşüm ihtiyacını daha net görmemizi sağladı.

4+4+4 Sistemi: Kuruluş Felsefesi ve Bugüne Kalanlar

2012 yılında yürürlüğe giren 4+4+4 sistemi, sekiz yıllık kesintisiz eğitimin yerine 12 yıllık kademeli eğitimi getirerek öğrencilerin ilkokul, ortaokul ve lise arasında geçiş yapabilmesini sağlamıştı. Sistemin kuruluş amacı; eğitimde esneklik sağlamak, imam hatip ve meslek liselerinin orta kısımlarını yeniden açmak ve lise mezunu oranını artırmaktı.

Bugün geldiğimiz noktada sistemin ilk döngüsü tamamlanmış durumda. İlkokula 4 yıl, ardından ortaokula 4 yıl devam eden öğrenciler, zorunlu olarak liseye gitmiş ve 12 yıllık eğitimi tamamlayarak mezun olmuş durumdalar. Bu döngü, kamuoyunda sistemin başarıya ulaşıp ulaşmadığına ilişkin ciddi bir sorgulama başlatmış durumda. Özellikle son sınıf olan 12. Sınıfın gerekliliği üzerine ciddi tartışmalar yapılmakta.

Zorunluluk ile Motivasyon Arasında Sıkışan Gençlik

Zorunlu eğitimin özellikle lise düzeyinde öğrencileri ilgisiz, amaçsız ve düşük motivasyonlu bireyler hâline getirdiği yönünde güçlü bir akademik görüş birliği var. Eğitim ortamlarında bu durum; sınıf yönetimini zorlaştırıyor, öğretmen tükenmişliğini artırıyor ve genel başarının düşmesine neden oluyor. Bu gerçeklik, Sayın Bakan Tekin’in de ifadesiyle artık “görmezden gelinemeyecek” bir hal almış durumda.

Sayın Bakan, “Kamuoyunda bu yönde bir talep varsa, tartışmalar yapılabilir” diyerek aslında reform ihtiyacının farkında olduklarını net biçimde ortaya koyuyor. Ancak Bakanlığın da altını çizdiği gibi, bu  mesele sadece pedagojik değil; aynı zamanda öğretmen istihdamı, altyapı, sosyal politikalar ve ekonomik ihtiyaçlar açısından çok katmanlı bir boyuta sahip.

Üniversite Sınavları, Yığılmalar ve ‘Diplomalı İşsizler’

Türkiye’de her yıl üç milyondan fazla genç üniversite sınavına giriyor. Bu rakam, dünya ortalamalarının oldukça üzerinde. Bunun temel nedenlerinden biri ise lise eğitiminin zorunlu hale gelmiş olması ve bu sistemin gençleri otomatik olarak üniversite kapısına yönlendirmesi.

Peki herkesin üniversiteye gitmesi gerekir mi? Ya da daha doğru soru: Herkes üniversiteye gittiğinde bu sistem sürdürülebilir mi?

“Diplomalı işsiz” kavramı, Türkiye’nin bu soruya yeterince cevap veremediğini gösteriyor. Mesleki ve teknik eğitimin ikinci plana atıldığı, yetenek bazlı yönlendirmelerin yetersiz kaldığı bir ortamda, üniversiteler de birer “bekleme salonu”na dönüşüyor. Sayın Bakan’ın dikkat çektiği nokta tam da burası: “Ortaöğretimden mezun olanların neredeyse tamamı yükseköğretime yöneliyor. Bu bir yandan olumlu; ancak iş dünyası ara eleman bulamıyoruz diye ses yükseltiyor.”

İşgücü Piyasası, Ara Eleman Açığı ve Alternatif Modeller

Sanayi ve hizmet sektörlerinin uzun zamandır dile getirdiği “nitelikli iş gücü eksikliği”, artık eğitim politikalarını yeniden düşünmeye sevk ediyor. İş dünyasının talepleri, “zorunlu lise eğitimi”nin esnetilmesi ya da yeniden yapılandırılması gerekiyor. Bu konular 21. Milli Eğitim Şurasında alt başlık olarak ele alınabilir. Öğretmen yetiştirme sistemindeki değişiklikler ve müfredat yapısı da Şurada  ele alınmalı.

21. Millî Eğitim Şûrası ve Yeni Eğitim Paradigması

Eğitim sistemlerinin geleceğini şekillendiren tartışmalar yalnızca yapısal değil; aynı zamanda teknolojik ve sosyolojik dönüşümlerle de iç içe geçmiştir. Bu bağlamda düzenlenmesi planlanan 21. Millî Eğitim Şûrası, Türk eğitim tarihinde yeni bir sayfanın aralanmasına vesile olabilir.

Ana teması “Eğitimde Türkiye Yüzyılı ve Teknoloji” olarak belirlenen Şûra, sadece teknik başlıklar etrafında şekillenmekle kalmıyor; aynı zamanda eğitimin ruhunu, anlamını ve yönünü yeniden tanımlamaya aday bir vizyon ortaya koyuyor.

Şûra kapsamında ele alınacak başlıklardan bazıları şu şekilde öne çıkıyor:

-Eğitimde Siber Egemenlik ve Dijital Vatandaşlık

-Yapay Zekâ ve Eğitim

-Yeni Teknolojilerle Öğrenme Ortamlarının Dönüşümü

-Teknoloji Kullanımında Ailenin Rolü ve Dijital Ahlak

-Eğitimde İkiz Dönüşüm ve Sürdürülebilirlik

-Eğitim Teknolojilerinde Erişilebilirlik ve Kapsayıcılık

Bu başlıklar, sadece bugünü değil; yarının okullarını, öğretmenlerini ve öğrencilerini de şekillendirecek içerikler sunuyor. Şûra kararlarının, 4+4+4 sistemine yönelik eleştirilerle birleşerek daha esnek, kişiselleştirilmiş ve teknoloji odaklı bir eğitim sisteminin tasarımında belirleyici rol oynayacağı öngörülebilir.

Buradaki asıl mesele, zorunlu eğitim süresinin uzunluğu kadar, bu sürenin içerik, yöntem ve teknolojik araçlarla nasıl donatıldığıdır. Dijital vatandaşlıktan yapay zekâ okuryazarlığına, kültürel mirasın teknolojik aktarımından yeşil dönüşüme kadar uzanan bu geniş vizyon; eğitim sisteminin sadece bilgi değil, değer, beceri ve dijital bilinç üretmesini de hedeflemektedir.

Bu bağlamda 21. Şûra, zorunlu eğitim süresine dair niceliksel tartışmaları niteliksel bir boyuta taşıyabilir. Öyle ki, çocukları 12 yıl boyunca okula göndermekten daha önemlisi, o 12 yılı onların hayat becerileriyle, karakter gelişimiyle ve dijital çağın ahlakıyla nasıl geçirdiğidir.

Son Söz

21. Millî Eğitim Şûrası ile 4+4+4 sistemine yönelik eleştiriler aynı zaman dilimine denk gelmiş durumda. Bu tesadüf değil; bir dönüşüm çağrısının yankısıdır. Bakanlık, bu tartışmalara açık duruşu ile reformun mümkün olduğunu işaret ediyor. Eğitim sistemimiz için artık önemli olan; ne kadar süre okula gidildiği değil, o süre zarfında nasıl bir birey yetiştirildiği sorusudur.

Eğer bu soruya 21. yüzyıl gerçeklerine uygun yanıtlar verebilirsek, zorunlu eğitimi yeniden düşünmek değil, yeniden tanımlamak mümkün olacaktır.

Şuranın kararları bağlayıcı değil ama Milli Eğitim Bakanlığının en üst danışma organı bu yüzden tüm tarafların katılımı ve görüşlerini özgürce ifadeleri çok önemli umarım düzenleyiciler bu gerekliliği ön planda tutar. Şura hakkında yazmaya devam edeceğim. Ayrıca okula başla yaşı ve aynı yaşta olan çocukların sınıflarda eğitim görmeleri gibi hususları da ele alacağım.