Deprem, İş Dünyası ve Dönüşüm İlişkisi
header-logo

Deprem, İş Dünyası ve Dönüşüm İlişkisi

project-preview

Prof. Dr. Levent Eraslan Deprem, İş Dünyası ve Dönüşüm İlişkisi 27.02.2023

Değişim, doğanın temelinde olan bir olgudur ve yaşamı devam ettirebilmenin temel koşuludur. Değişmek, çevresel koşullara ayak uydurabilmek, doğa ile (rakiplerle) mücadele ederek gelişmeyi ve büyümeyi sağlamak tüm canlıların ve sistemlerin temel amacıdır. Evrende bulunan her canlı, her sistem devamlı değişme halindedir. Değişme, ister planlı olsun ister plansız herhangi bir sistemin (kişi ya da örgüt), bir süreç ya da ortamın belli bir durumdan başka bir duruma dönüşmesi olarak ifade edilebilir. İngilizce'de transformasyon (transformation) olarak ifade edilen dönüşüm kavramı, biyolojide dönüşümcülük (transformizim) olarak kullanılır. Canlı türlerin bir biçimden başka biçime geçmek suretiyle oluştuğunu savunan bir öğreti olarak dönüşümcülük, canlıların bir durumdan başka bir duruma geçtiklerini ileri sürer. Örneğin, bir tırtılın kelebeğe, bir yumurtanın tavuğa dönüşmesi gibi...

Bunun yanında, jeolojide, "başkalaşma" kavramı, "tortul kayaların değişime uğrayarak yapraksı billur bir yapı gösteren kayaçlara dönüşmesine sebep olan olayların tümü" dönüşümü ifade eder. “Dönüşüm” kavramının Türkçe sözlük anlamı ise olduğundan başka bir biçime girme, başka bir durum alma, transformasyon, biçim değiştirme, başka bir hale dönüşmedir. Genel anlamda dönüşüm; mevcut yapıdan, teamüllerden, alışkanlıklardan, eğilimlerden vazgeçerek devrimsel anlamda farklılaşma süreci ya da gelecekteki eğilimlere şimdiden hazırlanmak ve gelecek eğilimlerini şimdiden uygulamaya taşımak şeklinde tanımlanabilir. Dönüşüm kavramının sıklıkla kullanılma nedenlerinden biri, bir konumdan bir başka konuma geçmeyi bir kalıptan bir başka kalıba geçmeyi değişim kavramının tam olarak ifade edememesidir. Değişim daha çok evrimsel bir farklılaşmayı tema ya da ana fikir olarak alırken dönüşüm ani ve devrimsel farklılaşmayı fikir olarak almaktadır. Dönüşüm, mevcut değerlerin geçerliliklerini yitirdiklerinde mevcut yapının istenilen sonucu vermediğinde zorunlu hale gelir. Değişme ise hep mevcut esas alınarak yapılan düzenlemeleri çağrıştırmaktadır.

Varlıklarını korumak, yaşamlarını sürdürmek isteyen her canlı gibi sosyal sistemler olarak örgütler de sürekli olarak değişmek zorundadır. Literatürde sosyal sistemlerin değişimi ve dönüşümü ile ilgili birçok model bulunuyor. Ancak genel olarak sosyal sistemlerde üç tür değişmeden söz edilebilir: İşlemsel, teknolojik ve sistemik (yapısal ve kültürel).

İşlemsel değişme, bir işin yapılış biçimi, sırası ve işin yapılma kuralları ile ilgiliyken teknolojik değişme, işi yapmada kullanılan araç ve gereçlerin değişmesidir. Sistemik değişme ise işin doğasının değişmesi, amaçların ve eylemlerin odak noktasının yeniden belirlenmesidir. Sistemik değişme, sistem çapındaki topyekün değişmeyi ifade eder. Bu tür değişiklikler bir yanda kural, rol ve örgütteki ilişkiler içeren yapının, diğer yanda inanç, değer ve kabullenmelerin, yani kültürün değişmesidir. Bu tür değişme, sistemin varlık nedenlerini yeniden belirleme ihtiyacı duyduğu zamanlarda ortaya çıkar. Böyle zamanlarda yapı (kurallar, roller ve ilişkiler) ve yapıya anlam kazandıran kültürün değişmesi gerekir. Bu, topyekün bir değişim demektir. Bundan dolayı sistemik değişme yerine “dönüşüm” kavramı kullanılmıştır (Özden, 1999).

Yukarıda kavramsal olarak açıklamaya çalıştığım dönüşüm kavramı sistemleri toplumları ülkeleri iç ve dış etkenleri ile etkiler. Doğal afetler ( deprem, sel gibi) savaşlar gibi olaylar dış etkenlere örnek olarak verilebilir. Almanya ve Japonya örnekleri savaş sonrası toplumsal dönüşüm için örnek verilebilir. Doğal afetler ise kısmen dönüşümü sağlar. Deprem gibi doğal afetler sonrası günlük yaşamdan davranış biçimlerine bir dizi köklü dönüşümlerin gerçekleşmesi beklenir. Kentleşme, bina biçimleri değil aynı zamanda eğitim ve endüstriyel üretim anlayışı da değişir. İş dünyası da aynı şekilde böylesi büyük felaketler ve sonrası dönüşümlerden etkilenir.  

Büyük afetler sermayeyi, olası yatırım planlamalarını, girişimcilerin moral ve motivasyonlarını olumsuz etkiler. Yerleşik coğrafyadan büyük bir ayrılış sonrası yer ve yön değiştiren bir sermaye görünümü ortaya çıkar  ve yeni yatırım alanları ve sektör arayışına girilir. Bu süreçte sermayenin dönüşüm esnekliği önem arz eder. Eski alışkanlıklar, geleneksel yönetim biçimi ve sermaye yönetimine muhafazakar bakış bu esnekliği engeller ve arayış içinde olan kurumun olası her türlü yenileşmesine ket vurur.

Ülkemizde 11 kentte 13 milyon kişi büyük bir deprem felaketi ile karşı karşıya kaldı. Bu büyük felakette yaklaşık 45 bin kişinin vefat ettiğini, binlerce binanın yıkıldığını gördük. Bu kıran durumunun ülkemize olan maliyetinin hesaplanması çok ancak bazı öngörüleri yapabiliriz. ABD merkezli yatırım bankası Morgan Stanley’in hazırladığı depremlerinin Türkiye’ye olası makroekonomik maliyetine ilişkin raporda, Türkiye’deki doğrudan konut hasarına ilişkin maliyetin 24 milyar dolar civarında olduğu, fakat bu rakamın ilave birtakım maliyetler hesaba katıldığında 38 milyar doları bulabileceğini öngörüldü .Yeniden yapılanma ve afet yardımı maliyetlerinin Gayrisafi Yurtiçi Hasıla’nın yüzde 3,6’sı kadar olması bekleniyor. Bu rakamların sadece fiziki bina yapımına ait olduğu gerçeği,  ne yazık ki diğer hasar parametreleri hesaba katıldığında oluşacak devasa maliyetin de bir göstergesi.

Bu bağlamda yukarıda ifade ettiğimiz dış dönüşüm etkisini uzun vadede ve kalıcı olarak gösterecek. Bu aslında bir değişimi değil  bizâtihi dönüşümü ifade etmektedir. Bu süreç deprem bölgelerindeki iş yaşamını, sanayiyi ve üretim biçimini doğrudan etkileyecektir. Bu bağlamda makro bir planlama ve paydaşlarla oluşturulacak geniş kapsamlı stratejik bir plana gereksinim vardır.  

Öncelikle kısa vadede üç büyük kente ve deprem bölgesine yakın kentlere bir iç göç gerçeğini iyi analiz etmek gerekir. Bu toplumsal hareketlilik beraberinde ekonomik ve sosyal sorunları da getirecektir. Terk edilen bölgelerde ekonomik ve demografik görünümün farklılaşması yanında yeni yaşam alanlarında da istihdam ve iş süreçlerinde pay alma sorunlarını da kaçınılmaz olarak görülecektir.

Sonuç olarak dönüşebilen kişi ve sermaye ayakta kalabilecek bu beceriyi gösteremeyenler ise doğal olarak yok olacaktır.