
Prof. Dr. Levent Eraslan New York: Post-Kapitalizmin Değişmeyen Mabedi 31.10.2025
New York’a her gelişimde aynı duyguyu hissediyorum: sanki şehir değil, dev bir organizma nefes alıyor. İlk 2007’de genç bir asistanken geldim New York’a şimdi kıdemli bir profesor olarak tekrar geliyorum aradan geçen onca yıla rağmen aslında bir çok şeyin de değişmedi vargısına ulaşıyorum . Bu kent sürekli hareket halinde, durmaksızın devinen, hiç uyumayan bir canlı. “City that never sleeps” sözü yalnızca bir turizm sloganı değil; bu kentin sosyolojik kimliğinin özeti. Burada zaman bile farklı akıyor. Gün, sabahın erken saatlerinde değil, metro seslerinin, polis ve ambulans sirenlerinin,taksi kornalarının ve insan kalabalığının birleştiği anlarda başlıyor. Bu kent, durmaksızın akan hareketin, somutlaşmış paranın ve küresel bir insanlık laboratuvarının kesişim noktası her yer, her alan insan ordusu..
Sürekli Hareket Halinde Olan Bir Organizma
New York’ta durağanlık neredeyse yasak. Her köşe başı, her metro hattı, her mahalle kendi ritmine sahip. Central Park’ta sabah koşusuna çıkanlarla Wall Street’e doğru hızla yürüyen takım elbiseliler, ara sokaklardaki homelessler birbirinden tamamen farklı dünyalara ait olsa da, aynı mekânda aynı eşitsizliğin farklı kutupları olarak yer alıyorlar. Bu dinamizm, yalnızca bireysel bir yaşam temposu değil, modern kapitalizmin kentsel refleksi. Şehir, üretimin ve tüketimin aynı anda aktığı bir akış haline gelmiş durumda. Heraklitosun “her şey a çok teşekkür ederim akıştadır hiçbir şey duruşta değildir” sözü bu kenti arşınladığım her adımda aklımdan çıkmadı
Bu hızlılık, bir yandan enerji verici; öte yandan yabancılaştırıcı. Kalabalık içinde yalnızlık, New York’un en belirgin duygusu. İnsanlar birbirine temas etmeden yan yana yürürken, metropol yalnızlığının en somut hâlini gözlemliyorsunuz. Georg Simmel’in yüzyıl önce tarif ettiği “blazé tutum”, bu şehirde hâlâ yaşıyor: duygusal olarak mesafeli ama işlevsel olarak sürekli aktif bireyler. Bu durum, aynı zamanda bireyin üretim ve tüketim döngüsünden koparıldığı, Marx'ın bahsettiği kentsel yabancılaşmanın da doğrudan bir yansımasıdır.
Dört Saat Yaşayan Şehir: 7/24 Ekonomi
New York’ta gündüz ve gece arasındaki sınır silinmiş durumda. Times Square’in ışıkları asla sönmüyor; sabahın dördünde bile kahve zincirleri, marketler, metro durakları açık. Şehir dört saat uyuyor, ama hiç tam olarak dinlenmiyor. Bu durum, kentin post-endüstriyel ritmini yansıtıyor: ekonomi 7/24 açık, arz-talep zinciri hiç kesilmiyor. China town ve küçük İtalya kendi çerçevesini çizmiş belki de uzun yıllar yaşadıkları izalosyon ve ötekileştirme kendini gösteriyor.
Gece yarısı Brooklyn Köprüsü’nde yürürken hissettiğim şey bir sessizlik değil, başka bir tür hareketti. Şehir o saatte bile üretmeye, tüketmeye, hareket etmeye devam ediyor. Bu kesintisiz döngü, sadece fiziki hareket değil, aynı zamanda sürekli veri akışı ve dijital kapitalizmin bir yansımasıdır. Times Square'in ışıkları sadece neon değil, 7/24 açık bir enformasyon ve gözetim rejimi sunar. Bu durum, insanı büyülüyor ama aynı zamanda yoran bir enerji yayıyor. New York’un temposu, insana kendi zaman algısını kaybettiriyor — burada yaşam, saniyelerle ölçülüyor.
Paranın Görsel Rejimi ve Eşitsizliğin Estetiği
New York’ta para yalnızca ekonomik bir araç değil; bir gösteri biçimi. Manhattan’daki gökdelenler, finans merkezleri ve markalı mağazalar, sermayenin mekânsal ifadeleri. Paranın burada soyut bir kavram değil, betona, cama, ışığa dönüşmüş bir görsel rejim olduğunu hissediyorsunuz. Soho’da alışveriş eskisi gibi olmasa da markalar birbiri ile yarışmıyor her biri kendi alanında lider..
Wall Street’teki bronz boğa heykelinin etrafında fotoğraf çektiren kalabalıklar, aslında farkında olmadan finans kapitalizmin kutsal sembolüne dokunarak bir ritüelin parçası oluyor. Bu sahne, paranın yalnızca bir değer değil, bir inanç sistemi haline geldiğini gösteriyor. New York’ta ekonomi değil, ekonominin estetiği yaşanıyor.
Ancak paranın en parlak olduğu yer, aynı zamanda eşitsizliğin de en belirgin hissedildiği yer. Birkaç sokak ötede, lüks dairelerin gölgesinde yaşayan evsizlerin varlığı, sistemin görünmeyen yüzünü hatırlatıyor. Lüks binaların camları paranın görünür yüzüyken, hemen altındaki evsizler sistemin kasıtlı olarak görünmez kıldığı yüzüdür. Bu tezat, New York’un sosyolojik omurgasını oluşturuyor: paranın parladığı kadar insanlığın sorgulandığı şehir.
Kültürel Çeşitlilik ve Küresel Kimliğin Deney Alanı
New York’un bu kadar çekici olmasının bir nedeni de, her köşesinde dünyanın farklı yerlerinden gelen insanların birlikte var olması. China Town, Harlem, Little Italy, Bronx… Her biri ayrı bir kimlik, ayrı bir tarih, ayrı bir ritim. Bu mahalleler, küreselleşmenin homojenleştirici etkisine karşı bir kültürel direnç alanı yaratıyor. Burada kimlik sabit değil; sürekli dönüşen, etkileşimle şekillenen bir süreç.
Göçmenler, sanatçılar, öğrenciler, işçiler — herkes bu büyük kentsel laboratuvarın birer parçası. Şehrin büyüsü, bu çeşitliliğin çatışmadan değil, ritim farklarıyla uyumlu bir karmaşa yaratmasında. Ancak bu yan yana varoluş, her zaman kolay bir hoşgörü değil, çoğu zaman zoraki bir zorunluluktur. New York, küresel çağın belki de en somut örneği: farklılıkların çatışmadan bir arada yaşamayı öğrendiği bir sahne.
Yaşayan, Yoran, Korkutan ve Büyüleyen Bir Şehir
New york’ta elinde kahve, kulaklık ve sırt çantası ile insanların aslında çok büyük bir yapının içerisinde ve fakat yalnız ve bir o kadar kadarda birbirlerini rahatsız etmeme davranışı içerisinde olduklarını gördüm. New Yorker olmanın üç davranış özelliği sorsalar bunları sayardım..
New York’tan ayrılırken insanın içinde bir çelişki kalıyor. Bu şehir hem enerjiyi hem yorgunluğu, hem umudu hem yalnızlığı aynı anda yaşatıyor. Sürekli hareket halinde, dört saat yaşayan, parayı ve insanı aynı kadrajda buluşturan bir kent.
Belki de New York’un sosyolojik büyüsü tam burada gizli: Bu şehir insanı yutuyor ama aynı zamanda yeniden var ediyor. Kendinizi kaybettiğiniz anda, şehrin ritmi sizi yeniden tanımlıyor. Modern çağın aynasıdır — bir yanda kapitalizmin parıltısı ve Simmel’in blazé bireyi, diğer yanda insanlığın sessiz yüzü. Ve bu ikisi, aynı sokakta yan yana yürümeye devam ediyor.
Bu seyahatte bana yoldaşlık eden değerli dostum Durdu Yaprak Bey’e özel bir teşekkür borçluyum. Onun müthiş uzamsal zekâsı sayesinde, bu devasa metropolde bir an bile kaybolmadık; her sokak, her durak, her köşe yeni bir anlam kazandı. Sohbetlerimiz yalnızca yolculuğu keyifli kılmakla kalmadı, kente dair yaptığı her yorum ve analizin altında yatan akademik derinlik, New York’u farklı bir gözle okumamı da sağladı.
Birlikte yürüdüğümüz bu kent, dostluğun, düşüncenin ve keşfin kesiştiği bir deneyim alanına dönüştü.
Şimdi, önümüzde yeni bir ufuk var — İngiltere seyahati. O yolculuğun da aynı entelektüel heyecan ve dostluk sıcaklığıyla geçeceğine inanıyorum.
Yol, güzel dostluklarla yüründüğünde anlam kazanıyor.
Vessalam.